İzleyiciler

28 Aralık 2010 Salı

Orospu çocuğu, kadın doğumcu ve moron suratlı hemşiresi !

Gece ağrımdan dolayı uyuyamadım, rüyamda ise bir sürü kabus gördüm. Benimle uğraşıp durdu, arkadaşlarım denen kişiler. Kendi söylenmeme uyandım. Suyumu içtim bir de ağrı kesici... Ve sabah doktora gitme vakti.

Annem daha iş yerinden çıkıp gelmeden hastanede muayene sırası bana geldi, daha önce hiç kadın doğuma gitmemiştim. Bu fotoğraftaki korkunç sedye sandalye benzeri şeye oturmamak için dünyaları verebilirdim. Açmadığım kukumu orada deşifre etmek düşüncesi beni deli ediyordu. Hasta kağıdımda doktorun odasına girdim. Bir baktım ki, lanet olsun görmez olaydım. Doktor ERKEK! Aman Allah'ım o an başımdan aşağı kaynar sular aktı. Olayın bunalımını daha henüz atlatamamıştım ki, doktorun benim yüzüme bile bakmadığını farkettim. Elinde telefon, bende karşısında öyle yarı kırmızı ten rengimle oturuyorum. Biraz daha beklese moraracaktım utançtan. Neyseki "evet neyiniz var" dedi. Anlattım, detayları burada yazmıyım... Soruları sormaya başladı:

Doktor: Evli misin?
Lazanya: Hayır, bekarım. (hmm homm evli olsam kesin kocamla gelirdim ! - iç ses)
Doktor: Bakire misin?
Lazanya: Evet.
Doktor: Sevgilin var mı?
Lazanya: Hayır.

"İçeri geçin" dedi ve o moron suratlı hemşire bana eşlik etti. Alt tarafını komple çıkarın dedi, iyi ki elbise giymişim çizmelerimi külotlu çorabımı kolayca çıkarttım. Tam o korkunç sandalyeye çıkacakken telefonum çaldı. Annem olduğunu tahmin etmem zor olmadı. Anneme muayene oluyorum dememe kalmadan, moron surat beni azarladı "çabuk olur musunuz doktor sizi bekliyor". Ne yapabilirim alla alla! Çalsın dursun mu orda moron surat, göt kafa. Zaten ağlamaklı olmuşum. Hem acı çekiyorum hemde çaresizlikten son aşama doktora gelmişim. Doktora gelene kadar da kanser miyim? Ne zaman ameliyat olurum? Kanser olursam, savaşır mıyım yoksa kendimi ölüme mi terk ederim diye düşündüm durdum...

O berbat yere berbat pozisyonda çıktıktan sonra hemşire doktoru çağırdı. Minik masaüstü lambası gibi bir şeyi açtı ve malum yere eldivenle elini daldırarak muayene etti. Canımı acıtan yeri bulduktan sonra tamam dedi ve içeri geçti. Doktorun rahatsız edici bir bakışı olmamasına rağmen, hemşirenin bakışları gayet berbattı! Üstümü giyinmeye başladığımda, hemşire "evraklarınızı annenize verdim" dedi. Ki bunu yapmaya hakkı yoktu. Belki ben ailemden gizli geldim? Belki bekaret kontrolüne gittim! 18 yaşından büyük kızların ailesi yada herhangi yanında gelen biri içeri sokulmazken, kapıda duran kişinin benim annem olduğunu nereden anladın ki moron surat!

Tam annem kapıda beklerken doktora çıkmadan sormak istedim, "nedir bunun sebebi". Doktorun sikko cevabı ve duyan annemin pörtleyen gözleri...

"Aslında böyle şeyler genelde, cinsel birliktelik sonrasında olur. Ama sen tuvaletten mikrop kapmışsın. Antibiyotik yazıyorum bunu cuma gününe kadar al, cuma günü tekrar kontrole gel" dedi.

Ulan orospu çocuğu, sana kimseyle birlikte olmadım dedim. Daha neden annem kapıdayken, bu genelde cinsel birlikteliklerde olur diyorsun. Ne anlamı var. Zaten sonucu söyledin, mikrop kapmışım. Annemin o pörtleyen gözleri ile beni neden gerdin! Kapıyı kapatır kapatmaz anneme hemen o yüzündeki korkunç ifadeyi yok etmesini söyledim ve ağlayama başladım. Bu zaten benim hayatım, kimle birlikte olursam olurum ama zaten olmadım. Çünkü ben bu duyguyu kaldıramam. Annemde bana sarıldı, sakinleştirdi. Yanlış anladığımı falan söyledi.

Antibiyotiğimi alıp, bir saat kadar yürüyüş yaptım. Kızılaydaki bütün dükkanlara girip baktım. İçine giremeyeceğim yada beğenmediğim şeylerin bile fiyatını sordum. Eve gitmek için kısa değil uzun yolu tercih ettim. O sırada Nana ile haberleştim, onlara gittim kahvaltı keyfi yaptık sohbet ettik başıma gelenleri anlattım yarı sinirli yarı gülerek. Tam o sırada "Kirli Selpak" aradı durumumu sordu, canım vefalı arkadaşım benim. Halden anlayan güzel bir dost...

Evden çıkıp Nana ile sosyete pazarına gittik evimize yakın bir yerde olması da daha bir güzel. İçeri girmemle ürkmem bir oldu. O ne kalabalık lan? Hücum etmiş herkes, nana'nın güçlü kollayıcı hareketleri ile her tezgahı deştik, 10TL ye süper güzel bir elbise aldım. Yılbaşında bir yerlere gidersek kesinlikle onu giyeceğim :) Eve geldik sonra tatlı kahve vs. bi de Pera'm uğradı...

Dilerim ilaçlarla cumaya kadar o berbat şey geçer ve bende kontrole gitmek zorunda kalmam. Çünkü o berbat ortama tekrar gitmek istemiyorum. Ve hemen iyileşmek istiyorum. Allah hastaların yardımcısı olsun. Doktor olabilecekler doktor, hemşire olabilecekler hemşire olsun. İnsanlar fesat olmasın. Hastaların canını yakmasın ve psikolojilerini bozmasın!

http://www.formspring.me/lazanya

http://twitter.com/lazanyam

27 Aralık 2010 Pazartesi

3 blogger kızı- lazanya- kirli selpak ve pera

Bunalmışken, bu süper buluşma bana çok iyi geldi. Burger King'e gidipte yemek yemeden döndüm :) Süper muhabbet ettik ama sanki biraz kirli selpak sıkıldı :O Yok yok artık söz bir dahakine daha güzel şeylerden konuşacağız. Dertleşmekten daha güzel geçecek eminim. Sırdaşlarım benim canlarım. O kadar çok dırdır yaptık güldük bıdı bıdı yaptık ki fotoğraf çekmeyi unuttum. Ben ki elinden telefonu düşürmeyen...

Sigaralarımızı tüttürdük keyifle. Donduk içeri kaçtık, geri dışarı çıktık. Çok güzel bir akşamdı benim için. Çok teşekkür ederim. İkinize de. kalp kalp kalp.

not: Dün, tanıdığım bir çift daha nişanlandı :) Allah tamamını erdirsin. Sevincimin yanında kıskançlığımda var ama onlara zarar verecek bir şey değil, sadece kendi içimde :(

Kimle konuştuysam ki bunlar genelde erkekti. Ayda 5-10 kilo vermişler. Dilerim bende başarırım bunu! Kızlar daha mı geç veriyor ne? Yarın gidiyorum diyetisyene :) Şans dileyin bana.

25 Aralık 2010 Cumartesi

Blogger Kızı Olmak Kolay Değildir

Nisan ayında açtım blogumu, aslında Mart olabilirdi ama o zaman sevgilime blogumu deşifre etmekle yetinmeyip onu da 2. yazar olarak bloguma eklemiştim. Hahah ay ne büyük aptallıkmış, önce yazdıkların hoşuma gidiyor hayatım derken daha sonra yeter artık beni kötü anlatıyorsun, yorum yazan kim onun ağzına sıçarım vs. diye devam etti. Ayrıldık.

Bende hemen blogumu değiştirdim. Tabiki bunu da bulmuştur ama birbirimizi çok sallamadığımızdan, buna çok baktığını sanmıyorum. Sevgili demeye de bin şahit ister, hasta bir ucubeydi... (oh bee)

Nisan'dan sonra yazdıklarımla ilgiyi bir şekilde üzerimde hissettim, beni takip eden ve yorum yazan herkesle ciddi anlamda ilgilenmeye ve sohbet etmeye başladım. Çok güzel arkadaşlarım oldu ve biraz haddim olmasa da kafamda oluşan şeyleri maddeler halinde yazıyorum.

ve işte blogger kızı olmak kolay değildir...

1" Blog açan kızların %85inin akıllı olduğunu düşünüyorum. Çünkü gerzek hatunlar iki kelimeyi bir araya getiremiyor, nasıl yazacak ki?

2" Hemen hemen hepsi dobra kızlardır. Etrafta zaten yeterince dobra bilinirler fakat söylemediklerini burada söylerler. İşte o kadar fazla dobralardır...

3" Süper ailelelere sahip değildirler, %60 yada daha fazlası baba konusundan şanssızdır. *Ben gibi....

4" Aşk anlamında her zaman, karşı tarafa göre daha fazla sevmiştir. Yoksa ne yazacağız ki?
(uff adam beni ne seviyo, çatlayın hatunlarr falan mı?)

5" Ve cidden sır saklamayı bilen iyi dostlardır blogger kızları.

Sizi tanıdığım için mutluyum. Buraya katıldığım için mutluyum. Yanımda olduğunuz için mutluyum. Ve beni blog açmaya ikna eden Pera ile de mutluyum :)

*Umarım hayat sizi değiştirmez dostlarım...

10 Aralık 2010 Cuma

küloduma sıkıştırdığım paracıklar

Tam kaç yaşında olduğumu hatırlamasam da en fazla ilkokul 1 ya da 2. sınıfa gidiyorumdur. Bayram harçlıklarını toplamıştım, yüklü bir miktardı. Paralar evin bir köşesinde duruyordu. Genelde tutumlu bir çocuk olan ben, onlarla kıyafet veya odama eşyalar aldırırdım. Annemde zaten saçma şeylere harcamadığımı bildiği için parama çok karışmazdı. Küçüktüm müçüktüm ama cin gibi bir çocuktum.

Mahalledeki çocuklarla oynarken, aklıma nereden geldiyse o paraları bakkalda orada burada yemek geldi. Çocukları örgütledim siz beni apartmanın kapısında bekleyin dedim. Eve çıkıp zile basıp, evde olan ablama kapıyı açtırdım usulca odama girdim, bayram harçlıklarımın birazını küloduma sıkıştırdım ve evden çıktım. Aşağıdaki bütün arkadaşlarımı da alıp bakkala gittim, bildiğiniz mahalle bakkalı önünde de dondurma dolabı. Herkese dondurma ısmarladım sanırım pandaydı :) Bir tane alıyoruz bitiyor, hemen dönüp eve çıkıyorum tekrar başka bir bahane ile eve girip paraları küloduma doldurup geri çıkıyordum. Dondurmadan sonra çikolatalar cipsler dolup taştı elimizde fakat biz hala doymadan ısrarla yiyorduk. Pembe yuvarlak yamuk bir plastik top bile almıştık.

Akşama doğru annem iş çıkışında bakkala, ekmek almak için uğradığında bakkal aynen şöyle demiş:
-maşallah sizin kız bugün bütün mahalleyi doyurdu.
Ulan adi herif parasıyla değil mi? Neden anneme söylüyorsun?!!

Annem beni mahalleden alıp eve çıkardı, nerede Lazanya bayram harçlıkların dedi. O an dünya başıma çıkıp göbek attı resmen, bütün yükü bendeydi. Az kalan parayı gösterdim. Ablamla ikisi örgüt olup bana çok kızdılar. Sonra ablam geldi ve eşyalarını topla Lazanya seni çocuklar yurduna yolluyoruz artık orada kalacaksın dedi. İzlediğim bütün türk filmlerindeki çocuklar gözümün önünden geçmişti. Ben ne yapacaktım şimdi? Minik yatağımın üstüne katlanmış eşyalarımı koymaya başladım, en sevdiğim kıyafetleri seçmeye çalışıyordum. Kokoş olduğumdan, ne bir pantolon vardı ne de eşofman. Hep mini etekler, elbiseler, küçücük ceketler ve renk renk muz çoraplar... Sonra yanıma alabileceğim oyuncağa karar vermek zorunda hissettim kendimi. Nedense bir tane seçecektim, kaloriferin üstünde duran mavi saçlı lahana bebeğim ve çarşının içinde deterjan satan amcanın verdiği yumuşacık Yumoş'umdan birini alacaktım. Hangisini seçtim hatırlamıyorum fakat, onlarla tek tek konuşmuştum. Beni sevmiyorlar, beni yolluyorlar. Artık sizi göremeyeceğim, bana kırılmayın fakat sizi çok seviyorum, birinizi seçeceğim bana küsmeyin, beni çok özleyin...

Nasıl oldu bilmiyorum ama affettiler beni, özür dilettirdiler. Sevmemeleri gibi bir durum söz konusu değildi halbuki. Sadece biraz ağır bir ceza olmuştu benim için. Şu yaşımda bile o anı anlatırken hala gözlerim dolar. Ablamın değilde, annemin sevgisinden çok çok emin bir halde büyüdüm ben. Babam ise işine geldiği zaman severdi...

6 Aralık 2010 Pazartesi

evlilik

Pırıl pırıl ütülü giysili, misler gibi parfüm kokulu, saçları
taralı, dişleri fırçalanmış adamı / kadını sevmek kolaydır. Aslında
aşk, aynı insanı, sabahın körü uykudan uyandırdığındaki en sinirli hali
ile de kabul edebilmek, aynı tuvaleti bir dakika arayla
kullanabilmek, diz yapmış pijamalarla kanepede yastıklara sarılıp sızmışken
bile şefkatle okşayabilmektir. Buna katlanamayanlar zaten âşık değillerdir.
Bu durumda evlilik hoşlandığın insana karşı olan duygularını
öldürüyor diyebiliriz. Zira âşıksan, aynı havayı solumak bile zevk
verir. Hep beraber olmak istersin. Banyodan gelen su sesi bile onun evde
olduğunun işaretidir ve huzur verir. Ütülediğin gömleğin ona ne kadar
çok yakışacağını düşünürsün. Pişirdiğin yemeği ne çok seveceğini
hayal edersin. Bin tane ayakkabısı varken bin birinciye sahip
olmaktan mutlu olacak diye, istediğin gömleği satın almaktan
vazgeçersin.
Zamanla almaktan çok, bir şeyler vermekten mutluluk duyduğunu
keşfedersin. Eğer kadın evlilikte ikinize yemek pişirecek,
dolabı düzenleyip ütüyü yapacak bir anne olacak görülüyorsa, o
kadının saçlarının hiç yağlanmadığı ve adamın geceleri terlemediği
düşünülüyorsa, asla kavga edilmeyecek ve lavabo tamir
edilirken dahi gülüşüp öpüşülecek zannediliyorsa zaten beklenti bir
evlilik değil, bir amerikan filmini yaşamaktır. Bu hayallerle yola
çıkıldığında, damat ilk gece gelinin saçlarından onbin firkete
sökmeye çalıştığında, gelin ise damat firketeleri çıkaramayıp
"s....m böyle kuaförü" diye söylendiğinde zaten evlilik sandıkları şey
çatırdamaya başlayacaktır. Evlilik; sadece aşk değildir.

Evlilik; ev arkadaşlığı, kankalık, sırdaşlık, ortak hesaba sahip mudilik,
ayrı kökenlerin birleşmesi, başı hatırlanmayan bir akrabalık
ilişkisidir. Aşk bu ilişkide tutkuyu sağlar ama zaten tek başına ayakta
tutamaz.
Aşıksanız ateşli sevişmeler yaşarsınız ama kış akşamları evde
konyak içip geyik yapamayabilirsiniz. Hala canınız sıkıldığında onu
değil de annenizi arıyorsanız, yalan olmuştur o evlilik.
Aşk evlilikte gider gelir. Halıya kola döktüğünde aşk biter,
ama o, halıyı temizleyebilirse gene aşık olunur. O aradaki sinir
evresini aşabilenler ellinci yıla kadeh kaldıranlardır. Tahammül
edemeyenler ise ikinci evlilikten sonra artık evliliğin yalan
olduğuna inanacaklardır.
Zafer, direnenlerin olur.

CAN DÜNDAR



çok beğendim ondan şeettim 

28 Kasım 2010 Pazar

Annemi kazanmamın yanında, kaybettiğim sikko şeylerin hiçbir önemi yok!

Ben neden yoktum?

Pazar günü 21 Kasım. Annem akşam çok rahatsızlandı. Psikolojik tabi ki. Üzüldüğü şeyler vardı. Midesi ağrıyordu, geçer dedim. Üşütmüş olabilir diye düşünüp nane limon yaptım bütün gün uyudu. Hastaneye götürmek istedim fakat her zamanki gibi direndi. Hiç sevmez hastaneye gitmeyi. Kendi halleder ve kendi iyileşir. Ama bana bir şey olsa hemen hastaneye gidelim der!

Pazartesi günü Kara ile cafe işlerimizi halletmek için sabah evden çıkacaktım anneme baktım iyiydi. Uyuyordu uyandırmadım. İş yerini arayıp haber verdim rahatsız olduğunu. Dışarı çıktığımda onca işin arasında aklım hem annemdeydi. Feci şekilde bağlıyım ben anneme ve sürekli onu kaybetme korkusunu yoğun şekilde yaşarım. Aradım gelelim hastaneye gidelim dedim, yine hayır dedi direndi iyiyim dedi. Akşama doğru beni aradı ve teyzenler beni hastaneye götürmeye geliyorlar dedi, çok kızdım ben götüreyim dediğimde neden gitmedin dedim!!! Cafe de görüşmeye geleceklerdi vardı fakat elbette katılamayacaktım. Taksiye binip hemen eve geldim. Annem hastanede kalabilme ihtimaline karşılık bir bavul hazırlamış. İyi ki de hazırlamış benim kafam basmayabilirdi. Paniklerdim. Teyzemler geldi ve İbn-i Sina hastanesi acile gittik. (19:00) Oranın müdürünü tanıyorduk, gidince saatlerce beklememize ve torpilimizin olmasına karşılık çok geç yapıldı her şey. Çok yoruldum. Annem acı çekiyordu, onu tekerlekli sandalyeye oturtup gerekli testlerin yapılması için, farklı bölümlere götürdüm. Acil serviste şizofren bir amca vardı sürekli "Allah'a dua et" diye bağırıyordu, onu bir odaya kapattılar ilaçlar etki etmiyordu. Genç bir kız geldi sarı saçlı güzel mi güzel, dışarıda sigara içiyordum ki bir kadın geldi yanıma annesiymiş. Kızı intihar etmiş. 18 yaşında tam ergenliğin doruğunda. İnleyen insanlarla doluydu hastane. Annem serumun ve aldığı ilaçların etkisiyle biraz olsun uyuyabilmişti bir sedyede. Ona bakıp bakıp üzülüyordum, bekleme salonuna gitmeye karar verdim. Teyzemle orada oturuyorduk ki, yaşlı bir teyze geldi feryat figan, kocasını kaybetmiş. Ben şimdi ne yapacağım, gözün açık gittin. Oğlunun diplomasını, askerliğini, mutluluğunu göremedin diye. Daha da kötü oldum sigara üstüne sigara yaktım. Bu sırada haberi alan arkadaşlarım ve akrabalarım geldiler, gittiler.

Tomografi çektiler ve 12 saat sonra APANDİS dediler! Hemen yatışını yaptım, yoğun bakıma çıkardılar. İçeri annemi götürdüğümde, yanık et kokusuyla tuvalet kokusunun birbirine karışmış hali gibi bir koku aldım. Çok korkunçtu bütün hastalar yaşlıydı ve o garip garip öten cihazlara bağlılardı. Annem için çok korkuyordum fakat bunu ona belli etmemeliydim. Almam gereken şeyleri söyledi doktorlar, ıslak mendil, selpak, su, bardak vs. Döndüğümde annem sabahın 07:00sinde ameliyat önlüğünü giyiyordu, üstündeki kıyafetleri katlarken ağlayacak gibi oldum, tuttum kendimi. Normalde yoğun bakıma girmek yasak fakat annemi hazırladığım için izin almıştım. Doktor bana seslendi, artık çıkabilirsin anneni ameliyata alacağız! Şok oldum buna hazır değildim. Annemi koklayarak öptüm sanki bir daha göremeyecekmişim gibi... Tam çıkıyordum ki doktora, " anneme iyi bakın " dedim. İşte o an saatlerdir tuttuğum gözyaşlarımı, anneme göstermeden bırakıverdim. Önceki gece de salak gibi nette yeni tanıştığım çocukla konuştuğumdan uyumamıştım. Sonra da bu olay oldu. Uykusuzluk ve gözyaşı iyice çökertti beni. Gözlerim kapanmasın diye uğraşıyordum.

Ameliyathanenin olduğu kata çıktım, annemi giderken görememiştim bari sağlıklı çıkarken göreyim dedim. Hay demez olaydım! Tekerlekli sandalye üzerinde ameliyathaneye giren, aileleleriyle vedalaşan bir sürü hasta gördüm. Evet herkes benim gibiydi, güçlü durarak "hadi canım burada seni bekliyoruz" dedikten sonra, hasta gider gitmez ağlama krizleri... Onları gördükçe daha çok ağladım. Tam iki saat ayakta bekledim fakat annem çıkmadı, tedirgin oldum. Ayaklarım bu yorgunluğa dayanamaz olmuştu, tam aşağı indim ki haber geldi annem ameliyattan çıkmış. Apandisi patlamış ve enfeksiyon yapmış, zorlu bir ameliyat olmuş. Hemen yoğun bakıma koştum anneciğimi gördüm, inliyordu canı acıyor belliydi. Çok üzüldüm ama yaşadığı içinde çok sevindim. O gün boyunca kaçak olarak 3-4 kere yoğun bakıma girip kovulana kadar anneme baktım baktım kaçtım. Sonra numaramı kapıdaki yetkiliye bıraktım ve eve geldim. Annemi normal odaya çıkartırlarken arayacaklardı. Akşam Kara ile dışarıdaydık ki telefon geldi hemen hastaneye döndük, annemi odaya yerleştirdik. Karşısındaki yatak boş olduğundan bende orada yattım.

Doktorlar gelir gelmez sordum, ameliyat nasıl geçti diye. Güzel dediler, bağırsaklar çıkartılıp yeniden konduğu için 3-4 gün sıvı almayacak. Zor günleri atlattık. Arkadaşlarımı tanıdım bir de bu şekilde, yanımda olanlar ve olmayanlar olarak ikiye ayırdım.

Şuan annemin sağlığı iyi ve yarın taburcu oluyor. Anlatacağım çok şey var fakat yorgunum. Kpss'ye girecektim fakat o bana girdi... Biraz evde dinlenmeliyim.

31 Ekim 2010 Pazar

Yasal İşlemler

Benimle http://www.formspring.me/lazanya adresimden uğraşan zeki arkadaşa pazartesi günü dava açıyorum. Bu Kara'nın amcasına sormadan önce twitterdan avukat birine sordum. Evet bana fahişe diyen kişiyi bulduracağım. Benimde ailem var benimde namusum şerefim ve gururum var. Çocukça bir şeye kızıpta bana böyle saldıran insanı bulacağım ve maddi manevi bütün haklarımı arayacağım.


Öyle lafı söyleyipte kaçmak yok. Beni deşifre etmekle de tehdit eden insanlar oldu. Bunlar içinde gerekli tüm işlemleri yaptıracağım. Abartılacak bir şey yok. İsimsiz günlük yazıyorum ve okuyorsunuz. Orospu değilim bedenimi satmıyorum. Utanılacak şeyler yazmıyorum. Ve böyle saldırıları hak etmiyorum.

20 Haziran 2010 Pazar

Babalar Gününe Özel, Olmayan Babama ve Babalarınıza

Doğduğum da evdekiler dayak yiyordu, dedikleri yanlış anlaşılıyordu ya da hiç anlaşılmıyordu. Şiddet görüyor ve maddi manevi yıpratılıyordu. Bir fiske bile yemedim! Diyemem. Ağır dayaklar yedim ama o'nlar kadar değil. Alkol kokarak gelen bir baba, sanırım baba tanımınız bu değildi. Aldatan bir eş, sanırım koca tanımınız bu değildi. Çok eğitimli olmayan fakat işinde başarılı bir adamdı. Zamanın şartlarına göre güzel bir para alıp, karı kızla alkolle kumarla maaş günü eve geldiğinde, "hadi bu ay sen geçindir evi" cümlesini kurardı, kira parası, mutfak masrafları, elektrik su yakıt, kredi kartı ödemeleri, yıllardır bitmeyen bir kooperatif ödemeleri ve çocukların dersane kurs anaokul okul ihtiyaçları bunların içindeydi. Sessiz kalan ve evin en küçüğü ben tarafından peygamber sanılan bir anne bunları idare etmeye çalışırdı. Yüzündeki izleri makyaj malzemelerinin yardımıyla kapatır işine giderdi. Babam evde en çok beni sever ve şımartırdı. Fakat yine de bir durum olduğunda şiddet uygulamayacak kadar sevmedi, sevemedi... Pazar günleri at yarışına ya da arkadaşlarının yanına gidip geldikten sonra bana, lunapark veya hayvanat bahçesi sözü verirdi, balkonda arabasının sesini duymayı beklerdim. Evdekiler beni oyalamaya çalışıp, unutmam için çabalarken akşam olurdu ve yarınki okul için uyuma vaktim gelirdi. Kızların, çocukların pazar, babalarıyla geçirme günü iken bu benim için artık bekleme günü haline gelmişti... Her pazar yeniden ümitlenip, söz alırken yine aynı hüsranla, eve geldiğinde verdiğim tepki yüzünden yediğim dayakla ağlaya ağlaya uyumam kolaylaşırdı. Kalbimin kırıkları yatakta daha da çok canımı yakar, batardı. Asla evde küfür edilmezdi, hatta ilk -el hareketi ve küfür- öğrendiğimde, baba bu ne dediğimde bile dayak yemiştim. Olmaz o öyle, kötü bir şey, yapma gibi uyarılar yerine büyük olaylar çıkardı. Asla veli toplantılarına gelmedi, asla annemle aşk dolu el ele yürürken göremedim onları, asla benim ödevlerime yardım etmedi ve aslalar çok...Boşanma gerçekleşirken olan çirkin olayları yazamıyorum çünkü yüzlerce belki binlerce gerçekleşen şeyleri artık hatırlayamıyorum. Yıllardır babamla görüşmüyorum, üniversiteye gittiğimde ne bir kere aradı ne de bir maddi yardım yaptı. Bana ve aileme hiç bir faydası yoktu. Çok ağladım, herkes babasından bahsederken benim boynum hep eğik kaldı. Fakat ben annemi anlatırken de onlar imrendi. Hem babam oldu, hem annem canım annem. Olayları anlatıp, konuşmadığımı söylediğimde -o senin baban- cümlesini duydum, duymak istemediğim halde. Herkes kendi yaşadığını kötü bilirmiş, belki beni anlamayacaksınız, yaşamadığınız için eleştirecekseniz fakat yazmak istedim. Bu kadar açık gönüllükle anlatabiliyorum çünkü ben ailemin başını önüne eğdirecek bir şey yapmadım. Ne bir yardım alıyoruz ne de başka bir şey. Biz güçlü ve mutluyuz. Ailelerinizin, sizin yanınızda olan babalarınızın kıymetini bilin. Geleceğe ilerisine bakıyorum... Beni istemeye geldiklerinde nerede olacak o. Kötü bir şey yapacak mı neler olacak. Anlatıyorum ama anlayamazsınız. Of diyorum fakat artık ağlamıyorum.

Gördüğüm yalanlar, oyunlar, aldatılmalar ve şiddet sonucunda kimseye güvenemiyorum. Babama benzesin, sevdiğim erkek diyen kızlar gibi olamıyorum. Neredeyse bir yıl önce bitirdiğim ilişkimi asla özlemiyorum. Küfür yersem, dayakta yerim diyorum.

Yaralıyım belki de.
Yürekten derin yaraları.
Kalbim façalı.
Aklım karalı.

*Babalar günün kutlu olsun, anne...


Ve yaptığım anket sonucunu aktarıyorum.

8 Haziran 2010 Salı

SEN BÖYLE OL SEVGİLİM



*Aynı şehirde yaşıyorsak, sar sarmala beni. Farklı şehirlerdeysek, çok tutturmam gel gel diye. Ama gelince sımsıkı sarıl bana. Maddi sorunun yoksa ve cimrilik yapıyorsan tiksinebilirim senden. Eğer sorunlar içinde yüzüyorsan sana güzel bir parkın bankında buz gibi bir kola ve sigara ısmarlayabilirim. Öpücüğümle renklendirebilirim günümüzü. Mimiklerimle hayatında gördüğün en tatlı şey olabilirim.

*Yaptığım söylediğim bir şeye kızarsan lütfen trip atıp, telefonlarıma cevap vermeyip yada mesajlarımı cevapsız bırakıp üzme beni. Bana söyle ve hatamı yüzüme vur. "Üzdün, kırdın, sinir ettin beni" de. Önemli bir konu ise ve haklı olduğumu düşünüyorsam senden açıklama beklerim sonra kedi kıvamında kucağındaymışım gibi mırıldak olurum. Affettirir, seni sinir ettiğim anları unuttururum sana.

*Canın benimle konuşmak yada görüşmek istemiyorsa bunu bana söyle ki triplere girip paranoyaklaşmayayım. Bu bana tahammülsüzlüğünü de fazla abartma :) Öyle bu rahatlığı sana verdim diye uçma :)

*Güvenini kıracak bir şey yapmam ama avrupai ilişkileri sevmem. İlgilen, şımart, aklında olduğumu göster. Sürpriz yap bana, çok severim her an aşık olurum sana. Taparım severim.

*Öyle sağlam huzurumuz olsun ki, hem senin hem benim arkadaşlarım imrensin. Yılın çifti seçilelim diyeyim ve abartayım :)

*Çok mu somurtkansın? Ben en sinirli en berbat anımızda bile uyuz karı triplerinde ağzımı yüzümü yamultamam. Hem senin için hem kendim için gülümserim. Sende bunu uzatma sevgilim, gül. Gözlerin gözlerimdeyken gül.

*Öpüşmeyi çok severim, sende sev sevgilim. Paramız olmasına gerek yok restoran club vs şuan aklıma gelmiyor her neyse buraları gezmek zorunda değiliz. Ben seninle en çok el ele yürümeyi, başımı göğsüne koyup, nefes alıp verdikçe şişen göğsünde film izlemeyi severim.

*Bana yalan söyleme, zamanında çok sağlam yalanlar yuttuğum için hepsini öğrendim. Seni göt etmek zorunda bırakma beni sevgilim.

*Ciddi değilsen benimle hiç başlama, sana 2-3günlüklerin muamelesini yapamam sevgilim.

*Saçlarını 3'e vurabilirsin bunu severim hatta çok beğenirim. Kirli sakal yada ne bileyim sakal işte severim bunları. Bıyık mıyık takıntım yoktur. Sakalsız da olsan severim aslında. Sanırım seni seviyorum demek bu.

*Daha önceki yazılarıma takılma, sen varken yazdıklarım önemli. Aldırma yaşadıklarıma. Ne seni ne de kendimi utandıracak bir şey yaşamadım ben.

*Eski sevgililerinden çok bahsetme, hayatında ben varken onların sana ulaşmalarına ve huzurumuzu bozmalarına izin verme. Ben buna izin vermem merak etme.

*Unutamadığım biri varsa gelme bana. GİT.

*Çok kızdıysam sana biraz uzak dur, sakinleşeyim. Yine seni seven kız olayım. Biraz dur yaklaşma. Ben seni kızdırdıysam öperek affettiririm kendimi. Buna izin ver yoksa sinir olurum :)

*Arkadaşlarınla iyi geçinmeye özen gösterdiğim gibi sende buna özen göster. Ama kız arkadaşlarımla internette cepte vs konuşma. Kıskanırım, üzülürüm ve sonunda üzerim. Sadece ben varken görüş onlarla. Kendi arkadaşlarınla ne yapıyorsan yap ama benimkilerle çok samimi olma.

*Aileme, bana, arkadaşlarıma küfür etme. Laf arasında küfür et ama tartışma sırasında bana sakın küfür etme. Daha önce çok ciddi ilişkilerimi bitirme nedenim oldu bunlar. Bu hatalara sende düşme sevgilim.

*Hattın lütfen avea olsun, aklına geldiğimde "canım" diye mesaj atsan bile mutlu olurum. İlla sesini duyacağım diye seni kontor, fatura fırtınasına düşürmek istemem. Ben telefonda konuşmayı ve mesajlaşmayı sevmem deme. Saçma olur, çekemem. Çaldır kapat demiyorum sana, sevdiğinle vakit geçir işte...

*Allah'a inancın olsun sevgilim, seni yaratanı reddetme lütfen. Tamam aşırı dinci birisi değilim ama değer yargılarıma, düşüncelerime saygı duy.

İşte sen böyle ol sevgilim. Canım ol. Seni seviyorum derken, içim rahat olsun. Sevdiğini bana açıkça gösterebilecek yürekte ol sevgilim.

http://twitter.com/lazanyam

http://instagram.com/lazanyamm

5 Haziran 2010 Cumartesi

PuCCa * küçük aptalın, büyük dünyası

  Hepimiz gibi başladı. Amaç İNTİKAM. Haklı olduğundan emindi ve blog açtı yazmaya başladı. Yorumlar geldi, onun kendini iyi hissetmesini sağladı okuyucular. Blog açtığımda haberdar değildim, çok kısa bir zaman oldu PuCCa'yı tanıyalı. Öyle yakın hissettim ki kendime, blogumu bile bilmeyen ablam O'nu biliyordu ve yazılarını uzun zamandır okuyordu. Evet dedim, kısa zamanda ona ulaşmayı başardım. Blogumdaki yazıları bile takip etmiyordur belki, bilmiyorum ama ben takipteyim abi :)

 Kitabı alıp eve geldim, annem evde ablamla PuCCa konuşmalarımızı duyuyordu, kitabın ilk 2 sayfasını beraber okuduk. Yüzünde bir gülümseme oldu. Sanırım benden sonra ilk o okuyacak. Aslında okuyup neler yaşadığımızı, nasıl adamların bizi üzdüğünü anlamasını istiyorum.

 Dün PuCCa twitterdan bana özel mesaj (DM) attı;

"PuCCaa lazanyaaaa kitabı senin görmen gerek en fazla almıyorsan bile bir yerden git bak kitabın arkasına senin yazdığın bişiyi koyduk"

 Kitabı almıyorsan diye bir şey yok tabi :) Evde, blogta, twitterda ve günlük yaşantımızda sürekli adını
duyduğum tatlı blog yazarının kitabını nasıl almam?! 





Hemen fotoğraf çektim LAZANYA& PUCCA bir de kitabın arkasındaki alıntıyı paylaşıyorum sizlerle. Bol şans diliyorum. Umarım medya adam akıllı eleştiriler yapar. Bu yazıma kızan yazarlar olabilir fakat unutmayın ki KIZLAR, biz bunları yaşadık ve bu adamlar bize bunları yaşattı. Sevgiyle kalın. Hayatınızın erkeğini bulun ve buradan gidin :) Teşekkür ederim PuCCa  , dilerim desteğini hep alırım(z).


30 Mayıs 2010 Pazar

PMS *PREMENSTRUEL SENDROM

Adet öncesi gerginlik belirtileri:

Premenstruel belirtiler kadınların önemli bir kısmında görülürlerken PMS, kadının yaşantısını derinden etkileyen sosyal bir durum olarak kabul edilebilir: Amerika'da yapılan bir istatistiksel çalışma bu ülkede kadınların adet öncesi dönemlerinde daha fazla suç işlediklerini ortaya koymaktadır. Aynı raporda tıbbi veya psikiyatrik bir hastalık nedeniyle hastaneye yatırılan, intihara teşebbüs eden kadınların, çocuklarını normalde önemsenmeyecek ufak bazı şikayetler nedeniyle doktora götüren kadınların önemli bir kısmının adet öncesine yakın günlerde oldukları görülmektedir.

 Gerekli ve önemli bilgileri paylaştıktan sonra pazar sabahı bel ağrısı ile uyandığım için yakınabilirim. Dün *rock adamla konuşuyordum, kendisi eskilerden... Saldırdım gibi sanki ama uyuz etti beni. Sonra düşündüm regl döneminde olmasam bu kadar takar mıydım? Emin değilim hala da emin değilim. Erkekler neden bu konuda duyarlı olmuyor, neden anlayış göstermiyor? Yani örnek vereceğim, sikko bir örnek olacak amaaa siz askere gittiğinizde, giderken hatta geldiğinizde belirli dönemlerde anlayış istiyorsunuz. Hatta yaptıklarınızdan, yapacaklarınızdan sorumlu tutulmak istemiyorsunuz. Askerlik psikolojisi işte diyip, kenara çekiliyorsunuz. Lan bizim her ay çektiğimiz bu çile ne olacak. 

Ah sevgilim ben acı çekerken işte bu fotoğraftaki gibi sarıl bana. Yatakta acılarla kıvranıp,terlerken tırnaklarımı vücuduna geçirmeme izin ver. Acıma, acınla destek ol. Sakinleştiğim zaman sevişelim unutalım her şeyi. Hep yanımda ol, gitme sevgilim.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Yataktaki Sperm Lekesi

Uyanmış, saçları dağılmış bir kız. Yatağında tek başına. Nereye gitti bu adam? Bugün tatil, evde olmalıydı halbuki. İçeriden tıkırtılar da gelmiyor, kız ip askılı siyah saten geceliğinden tek göğsünün dışarı çıktığının farkında bile olmadan yataktan kalkar. Yerdeki çakmak, kolye ve dağılmış diğer eşyaların ayağına batmasını umursamadan ahşap zeminde yürür. Gözlerini hala tam açamamaktadır, sevişmenin zamansız süper gelişi ile yatmadan yüzünü yıkamaya vakit bulamamıştır. Bütün eve bakar ama "O" yoktur.


Pazardan ucuza aldıkları o sert  kumaştaki uyduruk çarşafa geçen sperm lekelerini umursamadan, bir eliyle göğsünü içeri sokarak yatağı düzeltir. Geceden bir iz kalsın istemez. Karamsardır, paranoyaklık yapmakta üstüne yoktur. Nerede? Neden gitti? Olumlu bir şey düşünemez, her zaman kötüyü en kötüyü düşünür ve lanet olası kötüyü de böylece düşünerek yanına çağırır. Odadaki nefes, ter, sex kokusu gitsin diye camı aralar artık rüya olduğunu düşünmek ister. Alınan uyuşturucu haplar üstüne bir de alkol almışlardır, hatırlayamıyor geceyi. Acaba "O" gece mi bir şey olduğundan mı gitmişti? Uyuşturucuların etkisi ile dudaklarının içini ısırmış fark etmemiştir, canı yanar dişlerini fırçalamak için tuvalete ilerlerken anahtar sesi duyar. Gelen "O". Evet diğerleri gibi değildi zaten biliyordu bunu, "O" bırakıp gitmezdi. Öpüşmekte süper olan iyi sevişen biraz maço ama duygusal biriydi. Aranılan tüm özelliklere sahipti, üstelik yanlış bile yapsa yalan dahi söylemiyordu.

Diş fırçalamayı kim takar! Kapıya koştu, "O"nun elindeki pastahane poşetini umursamadan minik bir maymun gibi kucağına atladı. Toplanan o sperm lekeli yataktaki lekeler az gelmiş olacak ki, oracıkta deli gibi sevişmeye başladılar. Bu sefer kız, daha özgür daha rahattı. Biliyordu "O" gitmezdi, onlar gibi değildi. Uzun çok uzun bir süre de onun olacak, daha ateşli sevişeceklerdi. 

18 Mayıs 2010 Salı

masturbation

 Yakınından bile geçemediler kalbimin. Sadece masturbasyon yapar gibi dokun-çek-dokun-çek. İçine giremediler. Hissedemediler anlayıp keşfedemediler. Dokun-çek-dokun-geç orgazm ol git. Peki ya geri kalan bakire beden ne olacak? Onu fahişeleştirme çabalarınız... Sonuçsuz kalacaksınız, yılmadan yıllarca uğraşacaksınız belki ama yine de orgazm sigarasını tek başına içen ben olacağım.

Kalbin yorgun düştüğü anlarda kırmızı ojeli eller vajinaya dokunur, geri gider. Yapamaz. Sevdiği seveceği kimseyi göremez. Yorgundur bu kalp. Her dokunuşunda titreyen çelimsiz bir vücut, küçük göğüsler artık etkilenmez olmuştur kimseden. Yaralı değil yalanlıdır yürekler. Ailesi bilmez duymaz. Sevdikleri onu gülerken hatırlar, kimse kokuyu alamaz hissedemez içinde. İnsanın canı acırken bir koku belirir, işine gelmeyen taraf  -parfüm mü bu? der. Kız cevap verir -önemi yok sadece canım acıdı. Ilık su dolu küvete yat, kafan suyun altında kalmalı, sesleri duyma. Uzat ayaklarını, sadece bu zamana kadar kirletilmemiş genital bölge dışarıda kalsın, rahatla biraz ve umursama.

Dinlen, bebeğim.

18 Nisan 2010 Pazar

kendime armağan ediyorum ilk yazımı ...


uyku vaktim gelmişken gözlerimi kaşıya kaşıya yeni mail adresi aldım yeni blog açtım evet kim ve ne olduğumu söylemeden artık buradan yazacağım sizlere, daha özgür ve rahatım artık. Takip eden eski flörtler yok, sevgili yok, oradan buradan saçma sitelerden beni kıskanan kızlar yok ohhhhh beeeeeee diyorum. Size her şeyi anlatabileceğim artık. Lazanya geldi elinde günlüğü ile her gün yazmayacak belki ama günlük işte. Fazla duygusal, aşk için doğan ben ve yaşadıklarımı anlatacağım fazla özgür şekilde. "Bridget Jones" canlanabilir gözünüzde umurumda değil çünkü şu tarihten sonra istediğimi yazarım :) Hoşgeldin lazanyaaaaaaaaaaaaaaaa diyorum kendime.



*izleyicilerim şuan yok ve ben kendime kendime konuşarak kafayı yer miyim acaba burada?